Babam sürekli bir şeyler anlatırdı. Biz sıkılsak bile anlattığı şeyleri dinletirdi. “ anı “ derdi, “ işte bunlar benim anılarım; bu anılar benim yaşam öyküm.”  Biz bazen bu anılara güler, bazen babamla birlikte hüzünlenirdik. Genelde hepsi aynı yerde geçerdi. Yokluk, sefalet ve rezalet içerikli anılarında yokluktan, sefaletten ve rezaletten hiç söz etmezdi. Tam bir asker disipliniyle konuşurdu. Bütün sorunların asker arkadaşlarından kaynaklandığını söyler, üstlerine ve generallerine hiç toz kondurmazdı.

“ Japonya’ dayken yağmurun başladığı bir gün bir kilometre yolu tam üç buçuk saatte kat etmiştik. Birileri sanki yağmur meleğini kızdırmış gibi yağmur boşalıyordu üstümüze. Damlaların isabet etmediği bir yer kalmamıştı. Sanki Mikail melek su tabancasıyla ateş ediyordu bize. Bulutların rotası bizimkiyle aynıydı. Peygamberi çölün ortasında güneşten yanmasın diye takip eden bulut misali yağmur bulutları tarafından izleniyorduk. Normal şartlarda Japonya’ nın her tarafında bir saat süren yağmuru biz üç buçuk saat aralıksız yedik. “

“ silahlarımız banyo yapmış gibiydi; kıyafetlerimiz imparator kostümü kadar ağırlaştı. Her adımımızda yer yarılıyor, içine giriyorduk. Ağaçların arasındaki toprak zemin çamurdan ziyade göle dönmüştü. Bastığımız yeri hissetmiyorduk. Hissetsek bile toprak deyip geçiyorduk. Yürüdüğümüz alan patlıcanın üzerine serpiştirilen tuz gibi ufak toprak parçaları haricinde tümüyle bataklıktan ibaretti. Komutan arif bize ‘ devam edin! Durmayın!’ diye bağırıyordu. Biz de durmuyor ve devam ediyorduk. Hafiflemek için kıyafetlerini çıkaranlar oldu. Bunlar Sami, Yusuf ve İslam’ dı. Arif komutan onlara çok sinirlendi. Derhal elbiselerini almaları için onları o şiddetli yağmurda hiddetle geriye yolladı. Bütün ekip onların kıyafetlerini alıp gelmelerini bekledik. Onların bu durumda kıyafetlerini aramaları Satürn’ de motosiklet aramaktan farksızdı. Sonunda buldular. Onların bu düşüncesizliği bize yirmi üç dakikaya mal oldu. Bu şartlarda yirmi üç dakika dizanteri demekti; verem demekti; grip, nezle, soğuk algınlığı ve haliyle savaşamamak demekti. İki Japonya’ yı birbiriyle barıştırmak için girdiğimiz savaşta hasta olup evimize dönmeyi istemiyorduk. Sami, Yusuf ve İslam döndüklerinde yolumuza devam ettik. Biraz sonra komutan arif’ in botu bataklığa saplandı ve ayağından çıktı. Botsuz yürümenin daha rahat olduğunu fark edince bize kıyamadı ve hemen iç çamaşırlarımız hariç her şeyi çıkarabileceğimizi söyledi. Böylece yol kısalmış oldu. Sami Yusuf ve İslam kıyafetlerini çıkarmayınca komutan arif çok sinirlendi. Bu artık bizim de sabrımızı taşırmıştı. ‘ bu bizimle dalga geçmek, başka bir şey değil.’ Diyorlardı. Oysa dalga geçildiği filan yoktu, bu şekilde yürümenin daha rahat olduğunu komutan arif biraz geç fark etti hepsi bu. “

gereksiz bir bilgi olacak farkındayım ama bizim bu hikâyeyi dinlediğimizi unutmayın diye söylüyorum.

Hikâyenin bu kısmında babam masadaki suyundan bir yudum aldı, boğazını temizledi ve heyecanla devam etti.

“ komutan arif bizim takıntılı üçlüye derhal soyunmalarını emretti. Onlar da emre itaatsizlik edemezlerdi, derhal soyundular. Komutanımız o kadar iyi niyetliydi ki, emrine uyulmayacağını anlayınca sırf o uymayacak kişiler itaatsizlik etmiş olmasın diye emretmezdi. Çünkü itaatsizlik bu dünyada görebileceğiniz en kötü aktivitelerden biri. Emrin geldiği yer itaatin cazibesini arttırır. Emir makamı düştükçe itaatsizlik artar; ters orantı yani. Velhasıl, onlar da itaatsizlik etmemiş oldu.”

Bu noktada annem araya girdi: “ şu arif, komutan olan.”

“ iyi niyetli.” Diyerek düzeltti babam annemin cümlesini.

“ evet, iyi niyetli…” işte tam da ben bununla ilgili bir şey söyleyecektim. Bu iyi niyetli komutan arif, hiç tanımadığı insanlar uğruna yine hiç tanımadığı insanları öldürürken de iyi niyetini koruyor muydu acaba?”

“ hikâyemi sabote etme! “ diye gürledi babam. “ o çok iyi niyetli biriydi.”

“biliyorum.” Dedi annem. “ ama zafer kazanmış bir insanın iyi niyetine her zaman güvenilmez.”

“ o zafer kazanmadı. Anlamıyorsunuz. O çok başarılıydı, zaferler kazandı. Bütün bu Japonların arasını yapan o. Bu kadar zafer kazanmasaydı, belki de bu savaşın altından kalkamayabilirdi. Zaferler kazandığı için iki Japonya arasındaki bu savaşı sona erdirdi. O… o zaferler kazandı.”

“ iyi de bu onu daha fazla güvenilir kılmaz. Aksine çıtayı aşağı çeker.”

“ hiçbir şey bilmiyorsun hande, çıtayı nereye koyarsan koy. Arif komutan yeri geldiğinde çıtayla bile adam öldürebilirdi. Onun bu dehası bizi bu güne getirdi. Kusura bakma ama seni daha fazla bu hikâyeye dâhil edemem. Lütfen derhal bu odadan çık hande. Üzgünüm.”

Annem gülerek çıkmayacağını söyleyince babam bana döndü ve o gün başka bir olay yaşamadıklarını sağ salim kendi karargâhlarına vardıklarını söyledi. Der demez odadan da çıktı gitti.

****************

Ertesi gün babam bana hikâyeyi tamamladı. Gerçekte olan şuymuş: karargâha vardıklarında karşılarında dost Japonlar yerine düşman Japonları bulmuşlar. Dost Japonları öldüren düşman Japonlar ellerinde tüfekleri ile babamları bekliyormuş. İki kişi vurulduktan sonra karargâhtaki pusuyu sezen komutan arif üzerlerinde atlet külot olduğu halde askerlere hücum emri vermiş. Söylediğine göre don atletle üzerinize doğru koşan birilerini gördüğünüzde ister istemez kaçarmışsınız. Üstelik bu adamların ellerinde silah varsa bu kaçma eylemi biraz daha hızlanırmış. Hiç ateş etmeden bütün kuzey Japonları geriye püskürtmüşler. Ve o gece uzun bir uyku çekmişler. Sabah olduğunda gece ölen iki arkadaşları ve güney Japonlar için merasim düzenlemişler. Arif komutan her şeyi düşünmüş. Sağ olsunmuş. Ardından her birerine bu yaşadıkları kötü günün üstesinden geldikleri için ikişer gün kafa izni vermiş.

İşte babamın bir anısını dinlediniz. Her anısı böyle olmuyor tabii. Elektrik direklerini ağaç testere ile kestikleri hikâye mesela; uçaklardan aşağıya parçalanmış hayvan organları fırlattıkları anısı; ormanın ortasında Japon yapıştırıcısı boca edip tuzak kurdukları alana gelen Japonların yapışıp kaldığı öykü… İşte bunlar çok daha elim şeyler.

Babam bunları hep anlatırdı. Bütün bunları böylece derdi, arada bir de gülerdi, neden gülerdi bilmem.

He, bu arada babamın Japonya dediğine bakmayın. Ben de sonradan öğrendim. Babam kuzey ve güney Kore’ ye Japonya derdi. Arada bir de gülerdi, neden gülerdi bilmem.

Ademhan Esen, Ağrı Kesici kitabı ve Seyahatya yazarı

Fotoğraf: izzet kehribar, Güney Kore


The following two tabs change content below.

Uykusunda Gezen Adam

Latest posts by Uykusunda Gezen Adam (see all)


0 yorum

Cevapla