Mehmet Türkmen’in Hollanda Seyahati (8-13 Mart 2015)
Merhaba. Ben Mehmet. Seyahatya’daki bu ilk yazımda Hollanda gezimden bahsedeceğim. Bu seri dört bölümden oluşacaktır. İlk ikisi Amsterdam, üçüncüsü Rotterdam ve Delft, sonuncusu ise Elburg ve Zuthpen hakkında aldığım notlardan oluşmaktadır.
(8-13 Mart 2015) Amsterdam Notları
Öncelikle Hollanda hakkında kısa bir bilgi vererek ülkeyi zihninizde oluşturmaya çalışayım. İlk olarak Hollanda’ya “Holland” demek yanlış bir kullanımdır, tüm ülke için kullanmak istenmeyen hatta aşağılayıcı bir ifadedir. Çünkü “Holland”, “Netherland”ı oluşturan 12 eyaletten sadece ikisi için kullanılır. “Netherland” ise “lowland” anlamına gelmektedir.
Kuzeyden güneye yaklaşık 300 km, batıdan doğuya yaklaşık 170 km, yüzölçümü Konya kadar, nüfusu İstanbul kadar olan Hollanda dünyadaki 16. en büyük ekonomidir ve kişi başına düşen gelir sıralamasında 7. sıradadır. Benelüks ülkelerinden biri ve Avrupanın en büyük limanına sahiptir.
Yukarıda soldaki harita Hollanda’nın sınırlarını göstermektedir, sağdaki ise ülkede deniz seviyesinin altında kalan yerleri göstermektedir. Denizi doldurarak 2.500 kilometrekare ülkelerini genişletmişlerdir. Hatta şöyle bir deyiş vardır “God created the earth, but the Dutch created the Netherlands.” Tarih boyunca en büyük problemleri sel baskınları olan bu ülkede suyla mücadele, hayatın bir parçası haline gelmiştir.
Hollandalıların İngilizceye kazandırdıkları bir sözcük olan “polder” kazanılan ve tarıma elverişli hale getirilen düz arazi anlamına gelmektedir ve onlar için çok şey ifade etmektedir.
Tam da bu noktada Hollanda deyince akla gelen yel değirmenlerinden bahsetmek yerinde olur. Elektriğin olmadığı dönemlerde oluşturulan polder’lardan suyu tahliye etmek için kullanılırmış. Hatta o kadar yaygın kullanılırmış ki 1850’li yıllarda sayıları 6 milyon civarındaymış.
Uçağımız Amsterdam Schipol Havalimanı’na inişe geçerken ülkenin özeti niteliğinde bir kare yakalıyorum.
Schipol Havalimanı’nda uçaktan inerken hemen karşımızda iki tane iri cüsseli asker bizi karşılıyor, bazılarını durdurup pasaport kontrolü yapıyorlar. Yüzlerindeki ifade o kadar soğuk ve sert ki insan kendinden şüphe ediyor; acaba bir suç mu işledim diye. Biraz ilerde işlemlerimizi yapan memurlar ise nispeten daha insani. Daha sonra öğreniyoruz ki sadece Türkiye’den gelen uçağa askerleri dikmişler. Bir ülkeye ilk giriş için iyi bir intiba bırakmadı bende maalesef.
Havaalanından otelimize doğru yola çıktık, otelimizBijlmer denilen Amsterdam Zuidoost (Güneydoğu Amsterdam)’da yer alıyor. Bu bölge tarihi Amsterdam’a metroyla 15-20 dakikalık mesafede, yüksek binalar için planlanmış, ofisler ve konutlar yer almakta. Ancak zamanla burada daha ‘alt sınıf’ insanların yerleşmesi ile burası planlandığı gibi bir yer olamamış. Hatta bir zamanlar şehirde en çok suç oranın olduğu bölgeymiş. Buraya şehrin ‘siyah’ bölümü denilirmiş. Bulunduğum süre zarfında bir sorunla karşılaşmadım.
Otele yerleştikten sonra, kısa bir süreliğine orada bulunan bir arkadaşımla görüşmek için iletişime geçtim. O da beni alması için birini gönderdi. Ancak arkadaş motorsikletle gelmişti. İlk önce bir şey olmaz diye düşündüm, yanılmışım.
Yeni bir şey öğrenmiş oldum; arkada da olsan virajlarda hangi tarafa dönülüyorsa o tarafa eğilmek gerekiyormuş. Kask olmasına rağmen soğuk öyle işledi ki, yolculuktan sonra yüzümü 10-15 dk hissedemedim. Tekrar denemeyi düşünmüyorum.
Amsterdam Arena, 1996
Metro istasyonu Ajax’ın stadı Amsterdam Arena’ya iki dakika mesafede. İlk günümüzde hatta bir maç vardı, metroya giderken mecbur stadın önünden geçtiğimiz için taraftarların içine karıştık.
Burada stadyum etrafında sokak tuvaletleri dikkatimi çekiyor. Bunlar festival ve maç gibi kalabalık insan gruplarının bir araya geldiği dönemlerde sokak tuvaletlerini görmek mümkün. Manzarası pek hoş olmasa da bunun insanlara kolaylık olmasından daha başka bir amacı var. Buralarda toplanan idrardan maliyeti yüksekte olsa gübre üretiliyor. Burada asıl sağlanan fayda asidik olan ürin, kanalizasyon sistemine karışmadığı için ciddi bir bakım-onarım maliyetinden kar edilmesiymiş. Bu konuda Amsterdam Su İdaresi –Waternet’in kapsamlı çalışmaları var.
Grimshaw Architects,2007
Burada zaten görmek istediklerim listemde yer alan bu metro istasyonun otele en yakın metro istasyonu olması sevindiriciydi. Bu mimarlık ofisinin diğer projeleri de incelenmeye değer.
Buradan Centraal Station’a ulaştığınızda artık şehir merkezindesiniz. Yeri gelmişken unutmadan ulaşım için metro, tramvay ve otobüslerde geçerli bir saatlik 2,9 euro, günlük 7,5 euro, 5 günlük 26 euro’ya bilet almak mümkün. Ancak çok tercih edilen bir başka araç bisiklet, ilerde anlatacağım.
Burada muhakkak görülmesi gereken bir çok yer sayılabilir. Ben bunların tamamından bahsetmek niyetinde değilim. Bir ucundan dokunacağım sadece.
Amsterdam aşağıdaki haritadaki gibi merkezden dışarıya doğru kanallarla çevrili. Merkez istasyona ulaştıktan sonra yürüyerek şehri keşfetmeye başlayabilirsiniz.
Amsterdam Kraliyet Sarayı,1655
Karşınıza ilk çıkacak, şehrin en çok bilinen yeri Dam Meydanı’dır. Bu meydanda Amsterdam Kraliyet Sarayı, Madame Tussaud’s Müzesi, Nieuwe Kerk (Yeni Kilise) ve Ulusal Anıt bulunmaktadır. İlgilenenler için Madame Tussaud’s balmumu heykel müzesi ilginç olabilir.
Şimdi biraz müzelerden bahsedelim.
Museumplein etrafında bir çok müze olan meydan, sıkça karşılaşılan plein tahmin edileceği üzere meydan demek.
Hollanda ulusal müzesidir. Müzede daha çok klasik sanat ve tarih alanındaki eserler yer almaktadır. Burada ilgimi çeken şey, müzenin içinden yaya ve bisikletlerin geçebilmesi.
Önünde fotoğraf çekinmeyenlerin feci şekilde azarlandığı I amsterdam bu müzenin önünde yer almaktadır.
Hollanda Altın Çağı’na ait geniş bir koleksiyon yer alır. Burada Avrupa ve Hollanda sanat tarihinin en önemli ressamlarından, “Işığın ve gölgelerin ressamı” Rembrandt (1606-1669)’ı analım ve en çok bilinen bir tablosunu paylaşalım.
The Night Watch, Rembrandt van Rijn, 1642
Çok uzakta olmayan Rembrandtplein’da ise resamın ve Gece Devriyesi (The Night Watch) tablosunun heykelleri yer almaktadır.
Rembrandtplein
Rijksmuseum’dan az ileride Van Gogh Müzesi yer almaktadır.
Gerrit Rietveld,1973
Mimarı Gerrit Rietveld 1920’lerde aktif olan De Stijl akımının önemli bir temsilcisidir.
De Stijl’den biraz bahsedelim. De Stijl anlamı ‘the style’ olan, mimar ve ressam Theo van Deosburg öncülüğünde 1917’de temelleri atılan bir sanat akımıdır. Diğer kurucuları heykeltıraş Vantongerloo, mimar JJP Oud, tasarımcı Rietveld ve ressam Mondrian’dır.
Temelde duyguyu bir kenara bırakıp, ana renkler ve düz çizgiler kullanılır. Hakikat, belirlilik, açıklık, yalınlık, basitlik, konstrüktif olma, fonksiyonel olma, ortaklık, objektiflik ana ilkelerdir. Daha sonradan Bauhaus ve Enternasyonel Stil’i etkilemiş bir akımdır.
Bir tablo, bir mobilya ve bir de bina ile bu akımı örneklendirelim.
Piet Mondriaan, Composition II in Red, Blue and Yellow, 1930
Gerrit Rietveld, The Red and Blue Chair,1918
J.P. Oud, Café de Unie, Rotterdam,1925
Van Gogh Müzesi’ne geri dönecek olursak burada Rietveld, açık mekan ve ışık ile geometrik şekillerde tasarımını vurgulamıştır.
Burada en kayda değer ise yukarıdan dökülen ışıkla canlanan merdivenlerdir.
Rietveld deyince Schröder Evi’nden bahsetmemek olmaz.
Rietveld Schröder House, Utrecht, 1924
Van Gogh Müzesi’nin Exposition Wing olarak anılan kısmı ise Japon Mimar Kisho Kurokawa’ya aittir. Kurukawa’nın da yaklaşımı temel geometrik şekillerdir. Burada doğu ve batının mimarlık ve felsefe prensipleri bir aradadır, rasyonel batı geometrisiyle asimetrik doğu birlikteliği.
Kisho Kurokawa, 1999
O kadar müzeden bahsettik, kendi kulağını kesen ilginç ressam Van Gogh’un da bir eserini verelim.
The Starry Night, 1889
Aynı meydandaki Stedelijk Museum ise modern sanatlar ve tasarım müzesidir. Eski müzeye bitişik olarak tasarlanan yeni kısmın formu dikkat çekiyor.
Benthem Crouwel Architects, 2012
Ancak benim dikkatimi çeken müzeden daha çok hemen önündeki bir market; Albert Heijn Van Baerlestraat. Çatısı meydanla bütünleşen bu yapı fikir olarak ilerde bahsedeceğim Renzo Piano’nun Nemo’sunu hatırlatıyor.
Hemen karşıda yer alan Concertgebouw ise akustik açısından dünyada ilk üç sırada yer alır.
Concertgebouw, 1886
Yazımızın 2. bölümüne ilginç bir yer olan Zaanse Schans ile devam edeceğiz.
- Bölüm Sonu. Yazı dizimizin devamından haberdar olmak için lütfen mail listemize dahil olunuz.
Mehmet Turkmen
Latest posts by Mehmet Turkmen (see all)
- Hollanda Gezi Notları 2 – Amsterdam ile Devam - 8 Mayıs 2015
- Hollanda Gezi Notları 1 – Başkent Amsterdam’da - 11 Nisan 2015
4 yorum
Fatih Selim Beyaz · 12 Nisan 2015 11:14 tarihinde
Agzina saglik Mehmet abi, gidemesek de uzaktan imrenerek tecrube etmis olduk sayende biraz Amsterdam’i, tesekkurler.
Türkiye · 1 Nisan 2017 11:08 tarihinde
umarım hepimize canlı görmek nasip olur.
Omer Dogan · 11 Nisan 2015 16:30 tarihinde
Oncelikle Seyahatya’ya hosgeldin. Bir mimarin anlatacagi gezinin ne kadar guzel olacagini gostermissin. Tamamini zevkle bilgi alarak okudum. Umarim ilerde tekrar birlikte seyahat etme imkanimiz olur. Olamamasi durumunda da boyle seyahatlerini bizimle de paylasirsin. Biz de nasipleniriz. Neyse notlarina donersek ..
Hollanda, mimari falan demisken… Rem Koolhas’i atladik mi acaba.??…
Sokak tuvaletleri vasitasiyla idrar gubresi toplamak ilgincmis bu arada^^
Mehmet Turkmen · 11 Nisan 2015 17:17 tarihinde
Hoşbulduk diyerek başlayalım, ben de burada bulunmaktan çok mutluyum.
Tabi ki de zamanımızın Le Corbusier’i olarak anılan Rem Koolhas’ atlamak olmaz. Bilindiği üzere ofisi Rotterdam’da, yazımızın 3. kısmında Rotterdam’dan bahsederken yer alacak.