Geçenlerde İngiltere’de inşa edilecek bir cami projesine denk geldim. 200 proje arasından seçilmiş. Türkçe mimari platformalarda da bahsedilmişti bu projeden (Arkitera). Eliptik bir forma sahip, kubbesi bulunmuyor, minaresi ise fabrika bacalarını andıran bir şekilde. Caminin yapılacağı Preston bölgesindeki pamuk fabrikalarına bir göndermeymiş.

Kubbenin cami mimarisinde artık gereksiz olduğunu düşünen birisiyim. Sadece kubbe değil, minareye de ihtiyaç olmadığı fikrindeyim. Haliyle kubbesiz bu cami projesi ilgimi çekti. Çok da beğendiğimi belirtmeliyim. Bu arada cami imamı bir arkadaşım var. Tepkisini merak ederek projenin görsellerini ona da gönderdim.. Onun da beğeneceğini umdum. Ama yanıldım. Yorumu tam olarak şöyle oldu:

Garip biraz. Hiç İslami durmuyor. Çok sade ve İslamiyeti andıran birşey yok gibi geldi bana. Kubbe yok mesela, Hristiyan yapısı gibi.

Bugün bu konu üzerine düşündüm. Görece mütedeyyin bir ailede büyümüş birisi olarak şunu söyleyebilirim ki bizim (Günümüz Müslümanları olarak) bir sorunumuz var. Ne zaman başladı bilmiyorum ama dini çok şekilci kalıplara soktuk. Kubbesiz bir cami olabileceğini tahayyül edemiyoruz artık. Sadece Türkiye’de bu böyle değil Güney Kore’ye Hint-Pakistan mimarisine özgün cami yapmaya çalışan gayri-Türk Müslümanlar da aynı bakış açısındalar.

Eskiden bu yoktu. 1300 yıl önce Müslümanlar Çin’e bu dini götürürken orada yaptıkları camilere bakın. Oranın tarzıyla uyumlu, Çin mimarisinde. Daha iyi bildiğimiz bir örnek, Sinan var. Bizans mimarisinden şahane bir cami modeli çıkardı. Sinan, kubbeli cami yapmaya başlarken padişah çıkıp da dur bakalım kubbe olmaz demedi. Kubbe Ayasofya’nın, Bizans mimarisinin sembolüdür diye kubbeden vazgecip eski tarz devam etmediler. Çünkü cami fonksiyonel bir yapıdır, insanlara ibadet edecekleri aynı zamanda bulunduğu yere ve zamana uyumlu bir mekan sunmalıdır. Bu yüzden mimari tarzı dönemsel olarak değişebilir. İklim ve malzeme gibi şeyler de gözetilerek cami mimarisinde yerellik de olabilir. Olmalıdır. Din buna karşı değil. Caminin kendisi kutsal değil çünkü. O zaman cami mimarisine yaklaşım bir kamu binası mimarisinden farklı olmamalıdır. Ankara’daki cumhurbaşkanlığı sarayını Topkapı sarayının bir kopyası şeklinde yapmıyorsan Çamlıca Camisi için de 400 yıl önceki cami modelini tekrarlamamalısın. Bir yapıya sembolik bir önem katılmak istenirse dönemin mimari tarzını yansıtarak bu yapılır. Bilge mimar Turgut Cansever çok defa buna vurgu yapmıştı.

İlk camilerde ne minare ne de kubbe vardı. Her ikisi de fonksiyonel ihtiyaçtan ortaya çıktı. Ezan sesini daha uzaklara duyurmak için minare yapıldı. Samarra Ulu Camii ile başladı bu. 150 bin kişinin aynı anda namaz kılmasına olanak sağlayan çok büyük bir cami. Haliyle daha büyük bir mesafeden insanları namaza davet etmek için minare ihtiyacı doğdu. Daha sonra geniş iç mekan oluşturmak için camiler kubbelerle örtüldü. Her ikisi de fonksinoyel ihtiyaçtan dolayı oluşmuş eklemeler.

İnşaat tekniklerinin muazzam geliştiği bu dönemde geniş alanları örtmek için artık kubbeye ihtiyaç bulunmuyor. Benzer şekilde hoparlörsüz cami de olmadığına göre minareye de ihtiyaç yoktur. Yeni cami projelerinde kubbe ve minare inşa etmekte ısrar etmek israftır. İtikadi yönden de sakıncalıdır. Bu, dini kalıplara sokup putperestlik yapmak gibi de yorumlanabilir.

Bu arada camiler şehrin fiziksel, sosyal ve fonksiyonel varlığıyla da içiçe olmalı. Bu ilk camilerde hep böyleydi. Efendimizin (sav) evini düşünün. Hatırlanacağı üzere, Hz. Muhammed’in (sav) Medine’deki evinin avlusu kerpiç duvarlarla çevrili kare planlı, bir tarafı hurma yaprakları ile örtülü bir direklikten ibaretti ve avlusu cami işlevini görüyordu. Hem yapı formu olarak hem de işlevsel bağ olarak tamamen etrafındaki varlıkla bir bütünlük içerisindeydi. İşte her camide gerekli olan da budur. Bu dünyadaki materiyal ve sosyal varlığı görüp bu varlık içerisinden uhreviyatı idrak etmek gerekir. Aksi halde varlığın bütününü görememek Turgut Cansever’in de dediği gibi şirke açılan bir kapıdır. Ama günümüz camilerine baktığımızda şehirden kopuk duruyorlar. Çevreyle aralarında suni sınırlar var. Avrupa bunu Rönesans ile yaptı. Varlığın bütünlüğünü gözden kaçırdı. Şimdi biz aynı hatayı tekrarlıyoruz.

Hülasa etmek gerekirse dini yapıların amacı sembolik olmasından çok ibadet mekanı sunmasıdır. Bu yüzden bu yapıların mimarisinde yerellik ve dönemin mimari üslubunu göz önünde bulundurmak, bu iki fonksiyonu en iyi şekilde yerine getirmek için gereklidir. Bu giyim kuşamda da böyledir. Vücudun gösterilmemesi gereken bölümleri bellidir. Bunun haricinde kıyafet tasarımı esnek olmalıdır. Herkes tek tip kara çarşaf giymek zorunda değil. Yerel renkler ve dönem modası tercih edilebilir. Aslolan setr-i avrettir. Erkek veya kadının başkasını cinsel olarak tahrik etmeyecek şekilde vücudunun belli yerlerini örtmesidir. Bu pekala geleneksel Kore kıyafetlerı ile de yapılabilir.

Ek-1: Preston Camii:

Ek-2: Xi’an Ulu Cami. (İlk olarak Miladi 742 yılında inşa edilmiş):

Ek-3: Hz. Muhammed’in (s.a.v) evinin planı:

Ek-4: Samarra Ulu Cami (Gerçek manada ilk minareli cami):


Omer Dogan

Seyahatya.com sitesi yazarı. Şu an Güney Kore'de yaşıyor.

0 yorum

Cevapla